Arama sonucu : 8 madde; 1 - 8 arası.

Konu: Serdar Yıldırım Hikayeleri

  1. Serdar Yıldırım Hikayeleri

    DENİZ KIZI MARY
    Bundan yıllar önce, denize kıyısı olan ülkelerden birinde, oldukça mutlu, gelecekten umutlu, Mary adında küçük bir kız ve ailesi yaşıyordu. Balıkçılık yaparak ailesinin geçimini sağlayan baba, aniden ölünce, küçük kız ile annesi yalnız ve aç kaldı. Anne, mecbur kaldığı için, komşu kasabadan bir adamla evlendi. Zalim adam, bir süre sonra anne ve kızına türlü eziyetler yapmaya başladı. Kafasının iyice daraldığı bir gün küçük kızın bacaklarını birbirine yapıştırarak denize attı. Denizin dibini boylamakta olan kızın yardımına balıklar koştu. Balıklar, kızı kucakladıkları gibi, denizlerin taçsız kralına götürdü. Denizlerin taçsız kralı, kötü insanların yaptığı balina katliamlarını önleyemediği için, taç takmazdı. Kral, kızın haline acıdı, onu yanına aldı ve deniz altında yaşamayı öğretti. Küçük kız, kralın yanında sevgi dolu, mutluluk dolu on iki yıl geçirdi. Bu zaman süresince yürüyemediği için, belden aşağısı dönüşüme uğradı ve pullarla kaplandı.

    Mary artık on sekiz yaşına gelmişti ve üstü insandı ama altı balık olmuştu yani o artık bir deniz kızıydı. Deniz kızı yüzerken, kayıkla balık avlamakta olan bir adam dikkatini çekti. Bu adam, üvey babasına çok benziyordu, yalnız biraz yaşlanmış ve saçları kırlaşmıştı. Deniz kızı yakına gelerek, kendini tanıttı, ben senin kızınım, dedi ve annesini sordu. Üvey baba, sana anneni anlatırım ama kayığa gelirsen, dedi. Genç kız kayığa çıkınca üvey baba bunun bir deniz kızı olduğunu gördü. Bu durumdan yararlanmayı düşündü. Deniz kızını yakalayıp bağladı ve evine götürdü. Üvey baba daha sonra büyük bir çadır aldı. Çadırın ortasındaki bir direğe deniz kızını kuyruğundan baş aşağı bağladı. Deniz kızının varlığından haberdar olan insanlar, çadıra koştular ve bilet alarak içeri girip, deniz kızını gördüler. Zamanla ülkenin pek çok şehrinden ziyaretçiler geldi. Deniz kızı meşhur oldu ama bu meşhurluğun kaymağını üvey baba yedi. Üvey baba kazandığı paralarla o ülkenin sayılı zenginleri arasına girdi ve lüks içinde yaşadı.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  2. KURBAĞALAR
    Eski zamanlarda bir dere kenarında yüzlerce kurbağa yaşıyormuş. Bu kurbağalar neşeliymiş, güler yüzlüymüş. Savaş nedir bilmez, barış içinde yaşarlarmış. Bir gün bu dere kenarına hayalperest bir kurbağa gelmiş. Nana adındaki bu kurbağa devamlı olarak hayal görürmüş ve gördüğü hayalleri gerçekmiş gibi anlatırmış. Nana kısa zamanda kendine pek çok yandaş bulmuş. Yandaşlarıyla birlikte ayaklanmış ve kendine inanmayanlara karşı savaşıp, onları yenmiş. Böylelikle onlarca kurbağanın canı pahasına hükümdarlığını ilan etmiş. Nana tahta oturur oturmaz kurbağalara neşelenmeyi, güler yüzlü olmayı yasaklamış. Onların üstünde baskı kurmuş, yediklerine, içtiklerine karışır olmuş.

    Maşumu adındaki genç bir kurbağa Nana'nın fikirlerini anlamsız bulmuş. Kurbağaların en üstün canlı varlıklar olduğu düşüncesi üstüne yaşam felsefesini kurmuş. Kısa zamanda kendine pek çok yoldaş bulmuş.
    Günlerden bir gün Maşumu'nun yoldaşları Nana'nın yandaşlarıyla savaşmışlar ve onları yenmişler. Sonraki yıllarda kurbağalar, özgür düşünce sistemini kurmuşlar, her çeşit konuda fikir ileri sürüp, yorum yapmışlar. Yokmuş öyle, böyle düşün, şöyle düşünme. Kim kimin özgür düşünme yeteneğine pranga vurabilir? Kim kimin yaşantısına karışabilir? Böylelikle kurbağalar mutlu bir şekilde yaşantılarını sürdürmüşler.

    SON

  3. RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
    Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.

    Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "
    Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "
    Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "
    Van Gogh: " Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. "
    Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.
    " Neden ama ? " dedi, Van Gogh. " Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? "
    Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.

    Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: " Hayır, " dedi. " Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh'un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? "

    Serdar'ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: " Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. "
    Serdar: " Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. "
    Van Gogh: " O zaman gel beraber intihar edelim. "
    Serdar: " Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. "
    Serdar anlattıkça Van Gogh'un yüzü bembeyaz kesildi. O'nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.

    Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh'a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.

    SON

  4. KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANGAL SEFASI
    Hacivat: " Karagözüm, sucuk aldım. Gel mangal sefası yapalım. "
    Karagöz: " Birer kangal alalım ama benim bahçe küçük, kangala dar gelir. "
    Hacivat: " Kangal demedim Karagözüm, mangal dedim. Mangalda sucuk pişirelim. "
    Karagöz: " Kangalla çocuk bir arada olmaz. Yaşar'ı kangal ısırır. "
    Hacivat: " Canım, ne Yaşar'ı, ne kangalı, sucuk dedim, mangal dedim. "
    Karagöz: " He öyle söylesene, sucuğu mandalla tavana asarsın. "
    Hacivat: " O neden? Neden sucuğu tavana asıyorsun? "
    Karagöz: " Kurusun diye. Kuru sucuğun tadı farklı olur. "
    Hacivat: " Tamam Karagözüm, sucuğu kuruttum, mangalı bahçeye oturttum. "
    Karagöz: " Ben senin bahçeye gelmem, Hacivat. "
    Hacivat: " Gelmezsen gelme. Ben de kendime ziyafet çekerim. "
    Uzaklaşıp giden Hacivat'ın arkasından Karagöz söylenir:
    " Seni gidi beni bilmez. Kangalı kesmiş, sucuk yapmış, mangalda pişirecekmiş. Bende o sucuğu yiyecek göz var mı?

    SON

  5. HIRSIZIN AŞKI
    Genç manken defilelerde boy gösteriyor ve televizyon reklamlarında oynuyordu. Bakışı, duruşu, yürüyüşü inanılmaz bir karizmaydı. Özel olarak düzenlenen davetlerde ilgiyi üzerinde topluyordu. Genç kızlar, onu yakından görebilmek için, birbirlerini ezerlerdi. Sonra da kim en çok yanına sokuldu, kim elini tuttu tartışması başlardı:
    " Hiç boşuna konuşmayın, ben bir karış yanına geldim. "
    " O da bir şey mi? Teni tenime değdi. Eliyle kolumu elledi. Sıcaklığı hala üstümde. "

    Genç manken bir gün yakın arkadaşlarından şöyle bir teklif aldı. Bikini defilesi vardı ve mutlaka gelmeliydi. Bizimki önce gitmem dedi, naza çekti ama sonunda gitti. Podyuma ilk çıkan manken kız, görülmemiş güzellikte: Dört renkli saçları ( sarı, mavi, yeşil, kırmızı ) edalı bakışları, hak etti alkışları. Manken kızın güzelliği karşısında beyninden vurulmuşa dönen genç mankenin gözü diğerlerini görmedi. Sessizce yerinden kalktı, kulise doğru yöneldi. Onun geldiğini gören kulis görevlisi kapıyı ardına kadar açtı. Manken kızla kısa bir görüşme yaptı ve kalbini çalarak kaçtı. Manken kız avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
    " Hırsız var! Kalbimi çaldı, kaçıyor. "

    Kuliste bulunan manken kızlar, onu durdurmaya cesaret edemedi. Sonrasında ne mi oldu? Teklifler çoktu, genç manken ilk uçakla Paris'e uçtu. Orada defileye çıkacaktı. Kalpsiz kalan manken kız ikinci uçakla Paris'e uçtu. Çıktığı ilk defilede gencin kalbini çalarak İstanbul'a döndü. Tabi diğer uçakla genç manken peşinden. Bu iki hırsız birbirlerine kalplerini geri vermediler. Söz, nişan faslını atlayarak üçüncü gün evlendiler. Mankenliğe devam ettiler. Bir farkla: Genç gelin artık bikini defilesine çıkmıyordu.
    Siz siz olun kalbinizi çaldırmayın. Eğer çaldırır da çalanın kalbini çalamazsanız yandığınızın resmidir. Kalbiniz hırsızın elinde sızlar durur.

    SON

  6. SARI KIZ EMİNE
    Köy köy dolaşır saz çalar söylerdi
    Onun adına Sarı Kız derlerdi
    * * * *
    Ahmet adında yaşlı bir babası
    Vardı iki atı, bir arabası
    * * * *
    Gençti, güzel, mavi gözleri çapkın
    Yaş yirmi dört olmalı derdi barkın
    * * * *
    Saz çalarken can verir ömürlere
    Şurup gibi akardı gönüllere
    * * * *
    Dinleyenler mest olur ah çekerler
    Biçareler, mecnunlar of çekerler
    * * * *
    Sıra oynak türkülere gelince
    Tellere daha bir kıvrak vurunca
    * * * *
    Neşelenen, keyiflenen çok olur
    Gam dağılır, keder gider yok olur.
    * * * *
    Günlerden bir gün yolu ora düştü
    Aşkı tatmamış gönlü zora düştü
    * * * *
    Ani çarpıldı sevdi ferman olmaz
    Tozlu yollar derdine derman olmaz
    * * * *
    Sık sık gelir oldu Alpat Köyü’ne
    Saz biter inerdi dere boyuna
    * * * *
    Dalar gider gözleri uzaklara
    Bir bir selam verir hatıralara
    * * * *
    Bir gün sevdiği adamla tanıştı
    Birlikte gezerken ona alıştı
    * * * *
    Onu pek çok sevdiğini söyledi
    Ama sevdiği bundan hoşlanmadı
    * * * *
    Genç adam bu aşka kayıtsız kaldı
    Bana ne diyerek görmezden geldi
    * * * *
    Yıllar önce çok sevmiş evlenmişti
    Fakat sevdiğinden terk edilmişti
    * * * *
    Uzun zaman üzülmüş, dert çekmişti
    Bir daha mı diyerek and içmişti.
    * * * *
    Bir gün sevdiği adam köyden gitti
    Ondan ayrı kalmak acıya itti
    * * * *
    Dağ-taş aşkını ararken saz çalmış
    Görelim Sarı Kız neler söylemiş.

    * * * * * * * ***** * * * * * * * * * * *

    Çağıl çağıl akan sular akmasın
    Bölük pörçük esen rüzgar esmesin
    Gökte kanat çırpan kuşlar uçmasın
    Eğer sevdiğime varamaz isem
    Onu kollarıma saramaz isem
    * * * *
    Dur-durak bilmeden Sarı Kız ağlar
    Kavuşmak tutkusu kalbini dağlar
    Yüceden akar su ovada çağlar
    İsterim ben de biraz mutlu olmak
    İsterim sevgiden payımı almak
    * * * *
    Sarı Kız haykırır sesi duy artık
    Al kalemi ele cevap yaz artık
    Onun senden gayrı nesi var artık
    Yaralı gönlümü al geri verme
    Sahip çık gözyaşıma geri verme.

    Aradan dört yıl geçti. Sarı Kız yaprak, çimen yedi, dereden, gölden su içti. Bir gün bir çoban tarafından uçurumun dibinde cansız yatarken bulundu.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  7. NASREDDİN HOCA KORSANLARA KARŞI
    Nasreddin Hoca, Mısır'daki dayısından haber almış. Dayısı, acele gelmesini istemiş. Hoca, Akşehir'den İzmir'e eşeğiyle altı ayda gitmiş. Bir gemiye binip Mısır'a doğru yola çıkmış. Yolda gemiye Rodos korsanları saldırmış. Hoca, yüzükoyun yere yatmış. Sayısı çok fazla olan korsanlar, gemiyi ele geçirmiş. Gemidekileri esir alıp götürmüş. Sadece Hoca kurtulmuş.
    Korsanlar gidince Hoca ayağa kalkmış. Sizi melunlar, ayağım takılıp düşmeseydim bilirdim yapacağımı, diye söylenmiş. Dümene geçmiş, rüzgarı arkasına almış ve sonunda Mısır'a varmış. Dayısının Kahire'deki sarayına gitmiş. Görevliler, Hoca'ya, geç kaldığını, dayısının intihar ettiğini söylemişler. Hoca, neden, diye sorunca, Nasreddin'in çocukluğunu bilirim. Eli ve çenesi çabuktur. Hızlıdır. İki ayda Akşehir'den Kahire'ye gelir, demişti. İki ay dolunca bahçedeki en yüksek ağaca çıkıp aşağı atladı. Son sözü, Nasreddin gelmedi, oldu.
    Nasreddin Hoca: " Ah dayım, eşek sırtında altı ayda İzmir'e geldim. Kanatlarım olsa, imkansız iki ayda gelemezdim. "
    Görevlilerden genç olanı: " Sen o göbekle zor uçardın, hocam, " deyince diğer görevliler gencin ağzını kapatıp oradan uzaklaştırmış.

    Daha sonra Hoca dayısından miras kalan saraya çıkmış. Büyük salonda görevliler Hoca'ya ziyafet çekmiş. Çalgılar çalmış, çengiler oynamış. Yemişler, içmişler. Görevliler de, çengilerle birlikte oynamaya başlayınca Hoca ayağa kalkmış ve çalgıları, çengileri dordurmuş. Görevliler de durmuş.
    Nasreddin Hoca: " Oldu mu birader, dayıma saygınız yok mu? Zaten yorgunum, bir de sizinle uğraşmayayım. " demiş.
    Görevlilerden biri, Hoca'nın yanına gelip: " Hocam, dayının kırkı çıktı. Ben gittikten kırk gün sonra ne isterseniz yapın demişti. "
    Genç görevli söze karışmış: " Hoca, bunlar dayın intihar ettiğinin ertesi günü de böyle çalıp oynamışlardı. " deyince diğer görevliler gencin ağzını kapatıp oradan uzaklaştırmış.
    Nasreddin Hoca: " Neden ama neden? " diye bağırarak dizlerine vurmuş.
    Görevlinin biri: " Gerçek şu ki, dayınız bizi her gün falakaya yatırırdı. Sonradan ayaklarımızın altı şişmesin diye sırtımıza binip yürütürdü. Çektiğimiz acıyı varın tahmin edin. Siz olsanız kurtuldunuz diye sevinmez misiniz? "
    Nasreddin Hoca: " Hayret, sizi neden dövüyordu? "
    Aynı görevli: " Bizi dövmeyi seviyordu. Dayak yedikçe mutlu olacağımızı düşünüyordu. Ayaklarına kapanıp yalvardık. Merhamet dilendik. Doğrusu budur deyip, sopayı daha bir hırsla kaldırır oldu. "
    Diğer görevliler, aynen böyle oldu deyince Nasreddin Hoca, kırkı çıktığına göre, çalgılar çalsın, herkes oynasın, deyip bahçeye çıkmış.

    Nasreddin Hoca bir ay Mısır'da kalmış. Sarayı, bağları, bahçeleri satmış. Nil Nehri dayısınınmış. Onu da satmış. Yüz gemilik ve beş bin askerlik bir donanma kurmuş. Bu donanmayla korsanların üstüne yürümüş.
    Korsanlar: " Aman, Nasreddin Hoca geliyor deyip gemilerine binip kaçmış. Nasreddin Hoca Rodos Adası'nda ne kadar esir varsa hepsini kurtarmış. Onları donanmaya bindirip İzmir'e getirmiş. Esirler, sağ ol hoca deyip evlerine, köylerine gitmiş. Nasreddin Hoca askerlerine, isteyen burada kalsın, istemeyen Mısır'a dönsün, gemiler sizin, istek sizin, demiş. Nasreddin Hoca bir handa bıraktığı eşeğine binip Akşehir'e dönmüş. Masalımız da burada bitmiş.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım

  8. MAGOSA ZİNDANINDA NAMIK KEMAL İLE BİRLİKTEYİM
    Zaman gezgini olarak 150 yıl önceye gitmeyi düşledim ve Kıbrıs'ta bulunan Magosa zindanında olmayı istedim. Namık Kemal yerde, taş üstünde oturuyordu ve beni görünce ayağa kalktı. İlerici, çağdaş fikirlerle donanmıştı ve bir devlet yönetiminin tek bir kişinin tekelinde olmasını istemezdi. Bana seslendi: " Dur bakalım, aslanım, sen de kimsin böyle? Burada ne işin var? "
    " Ben, gelecekten geldiğimi, söyledim. Tarih 9-2-2024. Adım Serdar Yıldırım, dedim.
    Namık Kemal: " Bak bu çok iyi. Yüz bilmem kaç yıl sonrasından geçmişe dönülüyorsa insanlık çağ atlamış demektir. Ben şimdi burada olmamı özgürlük, bağımsızlık, halkın kendi kendini yönetmesi dememe borçluyum. Arkadaş, sen boş biri değilsin ama dolu biri de değilsin. Senden şüphelendim. Doğrusu ne ise, sen onu söyle. "
    Serdar: " Her sözünüzün altına imzamı atarım. Hepsi doğrudur. Boş değilim ama dolu da değilim. Bir gün dolduğumda dinamit gibi patlayacağım. "
    Namık Kemal: " Ben patladım da ne oldu? Sonradan kendimi bu zindanda buldum. Sen patlama. Sessiz ve derinden git. Bakışlarından anladım. Sen bana saygı duyuyorsun. "
    Serdar: " Sizin fikirleriniz gelecek nesilleri etkiledi. Bu fikirlerden etkilenen çağdaş özgürlük savaşçıları, Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bunu başardı. Osmanlı sizden 35 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti oldu. "

    Namık Kemal: " Kardeşlik, gel yamacıma sokul biraz. Ben aylardır bu taş üstünde yatıyorum. Sen bir süre burada otursan güç kaybına uğramazsın. "
    Serdar: " Vatan Yahut Silistre adındaki tiyatro oynanırken, sizi yakaladılar ve göz hapsine aldılar. Senaryosunu sizin yazdığınız bu oyun neden bazı kesimlerin işine gelmedi? "
    Namık Kemal: " Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Padişah 1. Abdülaziz'in hafiyeleri geldi ve seni bu oyundan ötürü tutuklamak zorundayız, dedi. Ben bağırarak oynanan tiyatronun konusu hakkında konuşmaya başlayınca iki adım gerilediler. Konuşmam bitince bileklerime kelepçe takmadılar. Öylesine karakola götürüp gözaltına aldılar. Sonrası işte bu Magosa ve zindan. "

    Serdar: " Ben padişahın yerinde olsam, sizi yönetim üstünde tutar, devlet yapardım. Değişen çağa ayak uydurur, Osmanlı İmparatorluğu'na çağ atlatırdım. Böyle gelmiş böyle gider olmaz. Diğer devletler koşarken, Osmanlı'ya yürümek yakışmaz. Yakışmadı zaten. "
    Serdar: " Ey vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal. Gelin şöyle dışarı çıkalım. Çayırda yürüyelim. "
    Namık Kemal: " Aman Serdar, sen ne diyorsun? Burası babanın çiftliği değil. Öyle istediğin zaman dışarı çıkamazsın. Sen istedin diye bu iş olmaz. "
    Serdar: " Sayın Namık Kemal, ben istediğim zaman biz dışarı çıkarız. Ben istemedikçe onlar bizi göremezler. Buyrun önden siz yürüyün. Ben sizi takip ederim. "

    Serdar Yıldırım'ın öz benliği, Namık Kemal'in silüeti dışarı çıktı. Magosa Zindanı' nın karşısı çayırlık, çimenlikti. O yöredeki veya o ülkedeki güç sahipleri, defalarca uyarılmalarına karşın, yanlışlarından dönmüyorsa bunda bir sorun var demektir. Cumhuriyet ve özgürlük demeleri için, daha bir süre beklemek gerekir. Bunlar sonradan Cumhuriyet'in ve kişisel özgürlüklerin rahatını gördükçe biz neden bu fikirlere karşı çıktık diye kendilerine kızacaktır.
    Namık Kemal çayırda, çimende yürüdü, koştu. Bazı zamanlar, ben O' na yetişmekte zorlandım. Sonra bir ağacın dibine oturduk.
    Ben: " Sayın Namık Kemal, ben gelecekten geldiğime göre, sizin daha sonraki yaşantınız hakkında bilgi sahibiyim. Siz isterseniz bunları anlatayım. "
    Namık Kemal: " Aman Serdar, ne demek? Kim öğrenmek istemez geleceğinin nasıl olacağını? Anlat bakalım, ben hep burada mı kalacağım? "
    " Siz ne kadardır buradasınız? "
    " 2.5 yıl oldu. "
    " Burada 8 ay daha kalacaksınız. Sonrasında kurtulacaksınız. "
    " Neden? "
    " Çünkü sizi buraya atan padişah 1. Abdülaziz tahttan indirilip yerine 5. Murat gelecek. O da pek çok tutuklu gibi sizi serbest bırakacak. Midilli Adası'na mutasarrıf tayin edileceksiniz. "
    " Bak bu çok iyi. Demek ki, ben bu zindanda çürümeyeceğim. "
    " Siz Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra da Vatan Yahut Silistre sahnelenmeye devam etti. İlk 2 ay süresince bu oyun 47 defa oynandı. Daha sonra İzmir ve Selanik'te üç yıl içinde 500 defa sahnelendi. "
    " Ya Serdar, biliyor musun, iyi ki geldin. Bana sevinç ve huzur verdin. Buradan kurtulup özgürlüğe adım atacağım günleri bekler oldum. "

    Daha sonra Namık Kemal'e yaşadığım güne gitmeyi teklif ettim. Saniyesinde evet dedi ve evimde belirdik. Namık Kemal evin salonunda sağa sola bakındıktan sonra, Serdar, bu ne değişik bir ev? Bu, şu, o bunlar nedir?
    " Bu buzdolabı, şu çamaşır makinesi, o televizyon. Şaşırmakta haklısınız. Bunlar sizin zamanınızda yoktu. Hepsi sonradan icat edildi. Buyurun bu odaya geçelim. Orada internet var.
    " Geçelim bakalım. Yeniliğe meraklıyım. Sen de beni şaşırtmaya devam et. "
    " Sayın Namık Kemal, bu internet. Televizyon gibi. Televizyonda başkaları oynatır, sen seyredersin. İnternette sen oynatırsın başkaları seyreder. Bakın az sonra ekranda görünecek. Namık Kemal yazıyorum. Görüyor musunuz, sizin resimleriniz ve hayat hikayeniz çıkıyor. Ben sizin kadar meşhur olsam başka ne isterim. "
    " Gerçeği söylemek gerekirse sen benim kadar meşhur olamazsın. Gelecek nesillerin beyninde benim kadar iz bırakamazsın. Sen bir kartal olsan her yıl aynı yerde yuva kurardın. Ben her yıl değişik bir yerde yuva kurdum ve ilk yuvamı özlemedim. "
    " Görsellere giriyorum, resimleriniz çıkıyor. Sizden 150 yıl sonra resimleriniz gözlerde, gönüllerde. "
    " Aradan bir buçuk asır geçmiş. Dünya eskiyi özler, geleceği gözler olmuş. Ey Serdar Yıldırım, senin amacın nedir? Neden beni rahatsız ettin? "
    " Benim amacım, yaşadığım çağ insanına Namık Kemal adındaki kaliteli bir beyin yapısının tanıtımını yapmaktı. O yüce bir beyindir ki, şiirden kapı açmış, hikaye derken, roman yazmaya yönelmiş. Ben de işe şiirden başladım. Şiir öksüzdür, arayan soran olmaz. Sonra masal, hikaye yazmaya yöneldim. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim. Anlatılmak istenen, kısa ve öz olarak anlatılmalı. "

    " An geliyor ki, 5-10 sayfa hikaye yazmak yetmiyor. Olayı kesin, kati ve detaylı anlatmak gerekiyor. Belki okuyucu hikayedeki karakterin saç şeklini, şapkasını, giyimini, kuşamını merak edecektir. Sen hikaye yazarken bunları aklına getirmez misin? "
    " Tabii ki getirmem. Konuyu kısa keserim. Sonuçta, okuyucunun beyninde ne, neden, niçin ve sebep kalır. Bence 4 sayfalık hikaye 200 sayfalık romana bedeldir. "
    " Eee sıktın ama? Durup dururken kendini övüyorsun. Konu ben değil miyim? Aynı davranışı tekrar edersen, seninle öyle bir kavgaya tutuşurum ki, dünya gelse seni kurtaramaz. Padişah bile benden korktuğundan bu zindana attırdı. "

    Aradan bir dakika geçti. Sertleşen havayı Namık Kemal yumuşattı: " Evde çay var mı, çay? Bir çay demle de içimiz ısınsın. "
    " Evet var. Beş dakikada çayınız hazır olur. Yanında yiyecek bir şeyler de getiririm. Şu an evin ikinci katındayız. Siz isteyin ben pencereden aşağı atlarım. "

    Dünya tarihi boyunca pek çok fikir ve düşünce sistemi insanları etkilemiştir. Bunların bazıları kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise, uzun ömürlü olmuştur. Gelecek yüzyılları şekillendirmiştir. Fakir biri, çağının çok ilerisinde fikirler öne sürse de taraftar bulamamıştır. Tarihin karanlıkları arasında kaybolup gitmiştir. Adam zengindir. Taraftarı, in***** çoktur. Bunların fikirleri bin yıl sonrasına bile ulaşır. Böyleleri dünya tarihinde vardır. İnsanlar, zengini sever. Zenginlik hayranlık uyandırır. Saraylar, köşkler, yalılar vardır. Bunlar hayatlarını sorunsuz yaşar. Alamama durumları yoktur. Parasıyla değil mi, her şeyi alırlar. Gün gelir geleceklerini satın alırlar. Sonunda bize ayrılan zaman doldu. Ayrılık vakti geldi. Magosa zindanına geri döndük.

    Namık Kemal: " Serdar, gel gitme, dedi. Burada benimle kal. "
    Serdar: " Ama, dedim, Sayın Namık Kemal burada kalamam. Daha önce de bizimle burada kal diyenler oldu. Onlarla birlikte kalsaydım, size gelemezdim. Şimdi burada kalırsam geleceğe gidemem. En uzun paylaşımım sizinle olan olacak. Varın izin verin ben gideyim ve yaşadıklarımızı insanlara ulaştırayım. İnanın sevenleriniz milyonları aşacaktır. "
    Namık Kemal: " Dediğin gibi olsun, varsın taraftarım çok olsun. Özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Namık Kemal diye araştırma yapsınlar. Acısını biz çektik sefasını onlar sürsün. O dediğin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu kaybetmesinler. "

    Bebeklik çağları hariç ağlamayan Namık Kemal'in göz pınarlarından iki damla yaş süzüldü:
    " Ama, dedim, ağlıyorsunuz? "
    " Yok be Serdar, gözüme bir şey mi kaçtı, nedir? Beni rahatsız etti. Ben aylardır bu Magosa zindanındayım. Hep aynı gardiyan ve aynı sessiz gemi. Bu gardiyan benimle bir kelime konuşmadı. Yasakmış! Var git yoluna internet midir nedir, bu hikayeyi hazırla ve okuyucunun ilgisine sun. "
    Sonunda Namık Kemal ile vedalaştık. Evime geri döndüm. Şimdi tarih: 9-5-2024. Ben 90 gün uğraştım bu hikayeyi hazırladım. Okurlar, en çok 9 dakikada okur, bitirirler. Bu onların çabukluğundandır. Onların arasından çıkanlar, Namık Kemal'i benden çok daha iyi anlatacaklardır.

    SON

Yer İmleri

Yer İmleri

Gönderi Kuralları

  • Yeni konu açamazsınız
  • Konulara cevap yazamazsınız
  • Yazılara ek gönderemezsiniz
  • Yazılarınızı değiştiremezsiniz
  •